18 Şubat 2025 Salı

Alexandre Cabanel / Fallen Angel [Düşen Melek]

Alexandre Cabanel
Fallen Angel / Düşen Melek
 

“Alexandre Cabanel’in bizi içimizdeki şeytanla buluşturan, bizlere kalp kırıklıklıklarımızı hatırlatan, bizi biraz derinlere taa kendi içimize götüren o müthiş eserinden bahsedeceğim bugün: Düşmüş Melek. İnsan bu eseri incelerken, Cabanel’e “Niçin şeytanla empati yaptın, neydi içinde kopan fırtınalar?” diye sormak istiyor, sanki bir cevap bulsa, kendi fırtınasında biraz dinlenebilecekmiş gibi…”

İnsanoğlu bin bir duygu içerisinde doğar. Sevinçler, mutluluklar, hüzünler, hayal kırıklıkları… Duygularımızla ilgili konuşmak her zaman pek kolay olmaz. Bazen ifade edecek sözcükler bulamayabiliriz, bazen de ifade etmekten kaçınabiliriz. Uzunca bir süre sessizliğe gömüldüğümüz anlardan ani çıkışımız kendi zihnimizden kaçışımızı fark ettiğimiz anla başlar. İnsanoğlunun sahip olduğu duygular her zaman iyi duygular olmasa da kimse bunları konuşmayı sevmez. Kin, öfke, nefret, kibir… İnsan bu kötü duygularla mı doğar yoksa bu kötü duyguları sonradan mı edinir sorusu uzun yıllardır kutsal bir cevap arıyor. Tabi ki ben size bunun cevabını veremem.

Ancak zamanın hangi tozlu sayfasını açarsak açalım, hangi kutsal kitabı okursak okuyalım bir noktada kötülükle karşılaşıyoruz. Ve bu kötülüğün izlediği yollar bizleri şeytana götürüyor. Sahi ne yapmıştı Şeytan? Tanrı’ya başkaldırmıştı, Adem ve Havva’yı yasak meyveyi yemesi için kandırmıştı, hatta Tanrı olmak istemişti. Ve en sonunda tüm bunlar yüzünden Tanrı’nın evinden kovulmuştu. Peki ya neden? Lucifer, görkemli ve ihtişamlı bir melek olarak yaratılmıştı. Tanrı’nın yarattıklarının en güzeliydi.

Şöyle bahsedilyordu Tevrat’ta Şeytandan: “Sen güzeller ve bilgeler içinde en mükemmeldin. Tanrı’nın bahçesinde, Eden’deydin. Elbiselerin işlemeli taşlarla ve altınlarla süslüydü. Bunlar sana yaratıldığında verildi. Gücünden ve kudretinden dolayı seni bekçim yaptım. Tanrının kutsal dağına ve ateş tarlalarına girebiliyordun. Yaptığın hiçbir şeyden sorumlu tutulmuyordun. Sonunda için kötülükle doldu. Şiddeti yarattın ve günahkar oldun. Bu yüzden seni tanrı dağından men ettim. Seni ateş tarlalarının bekçiliğinden men ettim. Güzelliğinden dolayı için kibirle doldu. Bilgeliğini ise kibrin ve ünün için kullandın. İçindeki ateşle birlikte seni dünyaya hapsettim. Senin peşinden gelenlerle birlikte sonsuz ateşler içinde yanacak, küllere dönüşeceksin. Bu senin için feci sondur.”

Peki ya biz? Biz insanoğlu neden kibirle dolduk? Birine, bir şeye duyduğumuz bu güçlü kin duygusu nereden geldi? Kibirle mi doğduk yoksa kibirli mi olduk kim söyleyebilir? Belki kalbimiz kırıldı, belki ihanete uğradık, belki ihanet ettik. Nereden öğrendik bu davranışları, yoksa hepsi insan olmanın gerektirdiği zayıf duygular mı?

Alexandre Cabanel, kalbimizin kırıklığını başka bir yüzde görebildiğimiz, uğradığımız ihanetlerin acısını tıpa tıp onun da yüzünde hissedebildiğimiz, belki bastırdığımız öfkemizle gözlerine gururla tutunan yaşlarda karşılaştığımız, kısacası seyrettiğimizde içimizdeki şeytanla yüzleştiğimiz bir eser yarattı: Düşmüş Melek.

Alexandre Cabanel’in bu eserini dikkatle incelediğimizde eserin her noktasını kendi öfkemizle, kendi hayal kırıklıklarımızla doldurabiliriz. Lucifer’ın acı içindeki yüzünde içimizdeki intikam ateşinin gölgesini görebiliriz. Babası tarafından azarlanmış, Tanrı dağından men edilmiş, ateş tarlalarından sürülmüş ihtişamlı Sabah Yıldızının içinde kopan güçlü fırtınaları, vücudunun gerilmiş tüm kaslarından ve gözlerinde tutmaya çalıştığı kin dolu gözyaşlarından hissetmemek mümkün değil!

Kendinizi bir anda Lucifer’la empati yaparken bulacağınız bu eserde, Lucifer’ın yüzünde anlaşılmamaktan, değersizleştirilmekten gördüğümüz bu acı, aslında Alexandre Cabanel’in duygularının bir yansıması olabilir mi? Akademiye olan başkaldırısı, dönemin çizgisinden bambaşka olan karşılıklı duygu aktarımı Cabanel’i düşmüş bir melek yapar mı?

Sergilendiği zamandan itibaren uzun yıllar boyu kabul görmeyen ve ciddi eleştiriler alan bu eser, belki Cabanel’in kendi içindeki zavallı kibri ve ehven kindarlığıyla yüzleşme biçimidir, belki de Lucifer’ın ebediyen Tanrı’nın evinden kovulmasının verdiği acıyı bu denli çarpıcı bir şekilde hissettirerek, seyircisini kendi duygularıyla yüzleşmek zorunda bırakmak istemiştir. İnsanın kendi duygularıyla yüzleşmesi zordur, vakit alır. Yaşınız, yaşanmışlıklarınız hatta ne kadar olgunlaştığınız bile önemli değildir.

Belki de bu yüzden cehennem kendi zihnimizdir, içimizdeki ateşle kendi zihnimize hapsolmak bizi sonsuz ateşler içinde yakacak, küllere dönüştürecektir. Düşündüğünüzde bir ruhu hangi ateş yakabilir, kim bilir?


Öyküm Kütük

5 Nisan 2024 Cuma

NE GAM BÂKÎ NE DEM BÂKÎ


Gamına gamlanıp olma mahzun, 
Demine demlenip olma mağrur, 
Ne gam bâkî, ne dem bâkî... 


Zamanında dervişin birinin yolu bir köye uğrar.

“−Beni burada birkaç gün ağırlayacak kimse var mı?” diye sorar.

Köylüler;

“−Bizim durumumuz pek yok ama seni ağırlayacak iki kişi var: Biri Şakir diğeri Haddâd’dır. Şakir’e gitmen senin için daha iyi olur.” derler.

Ve derviş Şakir’in evine varır. Durumunu arz eder. Kabul görüp orada güzel bir şekilde ağırlanır. Gün gelip oradan ayrılacağı sırada, misafir olduğu evin sahibi Şakir’e dönüp, teşekkür ettikten sonra;

“−Kardeşim! Sahip olduğun bu nimetlerin kadrini iyi bil! Allâh’a şükredici ol!” der.

Şakir, dervişe garip gelen şu cevabı verir:

“−Ey derviş! Şükrediyorum şükretmesine ama biliyorum ki her hâl geçicidir. Zamanla her şey değişir. Bunlar da gelir geçer.”

Yıllar sonra dervişin yolu tekrar bu köye düştüğünde köylülere Şakir’i sorar. O anda köyde olanlar derler ki:

“−Şakir, fakir durumlara düştü. Malını, mülkünü kaybetti. Şimdi de Haddâd’ın çiftliğinde çalışıyor.”

Derviş, Haddâd’ın çiftliğinin nerede olduğunu sorar. Arar ve bulur. Şakir ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:

“–Nasıl bu hâle düştün?”

“−Çok büyük bir sel geldi. Malımı, mülkümü, çiftliğimi aldı götürdü. Bu hâle düştüm. Ama çok şükür ben yine karnımı doyuruyor ve aileme bakabiliyorum.”

Bu hâlinde bile dervişi misafirliğe kabul eder. Sonra akşam olunca derviş ile beraber evine giderler ve var olan imkânını paylaşırlar. Yine ayrılma günü geldiğinde derviş, Şakir’e bu sefer şöyle der:

“−Başına gelenlere üzüldüm. Rabbim işini, gücünü rast getirsin. Hayırlı işler versin.”

Şakir’in cevabı ve hâdisâta bakışı aynıdır:

“−Derviş, unutma! Bu hâl de geçicidir. Bu da gelir geçer.” der.

Aradan yine uzun bir zaman geçtikten sonra dervişin yolu yine o köye düştüğünde yine Şakir’i bulur.

Bu sefer Şakir, derviş ile karşılaştığı ilk hâline geri dönmüş; varlıklı ve zengin biri olmuştur. Derviş, Şakir’e;

“−Nasıl oldu da eski hâline döndün?” diye sorunca Şakir şöyle der:

“−Yanında çalıştığım Haddâd rahmet-i Rahmân’a kavuştu. Mîrâsını bırakacağı kimse olmayınca da bütün mal varlığını bana bıraktı.”

Derviş, Şakir’in eski servetine kavuşmasından dolayı sevinçli ifadeler söyleyince Şakir yine o malûm sözlerini söyler:

“−Görünene aldanma! Hiçbir şey dâimâ aynı kalmaz. Bu da geçer.”

Uzun bir zaman sonra dervişin yolu tekrar o köye düştüğünde köylülere Şakir’i sorar. Köylüler;

“−Şakir sizlere ömür. Şu karşıdaki dağın yanında da mezarı var. Oraya gidersen görürsün.” derler.

Derviş gider, Şakir’in mezarını bulur ve Fâtiha ve İhlâs sûrelerini okur. Bir de bakar ki mezar taşında; «Bu da geçer yâ Hû!» yazmaktadır. Derviş, kendi kendine söylenir:

“−Yahu Şakir! Tamam da bu durum nasıl geçecek?!. Girmişsin mezara, ne gam kaldı ne dem.”

Yıllar sonra tekrar derviş o köye uğradığında Şakir’in mezarına bir Fâtiha okumak üzere gider. Bir de ne görsün!?. Ortalıkta ne Şakir’in kabri kalmış ne de orada bulunan ağaçlar. Her taraf târumâr olmuş. Derviş köylülere sorar:

“−Şakir’in kabrine ne oldu?” Köylüler;

“−Çok büyük ve şiddetli bir tûfan geldi. Orada bulunan her şeyi söktü gitti.” derler. Yani mezar bile gelip geçmiştir.

Aslında sadece Şakir’in değil, bu cihandan gelip geçen herkesin hikâyesi değil midir bu anlatılanlar?..

15 Mart 2024 Cuma

Beklemek



"...
Bana yanıt verir umuduna bel bağlıyordum.
Ne zavallı, ne zayıf yaratıklarız!"

Alexandre Dumas


Beklemek..
Kuruyana, toz olup bitene kadar beklemek..

Yaşamın en zorudur beklemek. Zaman sanki durur ama sen gidersin. Gözünü de kapatsan, sesini de kıssan gidersin bedensiz. 

Eksilerek, - o durdu sandığın zamanda hem cesedini, hem beklediğini beklemeyi de orada bırakarak - gidersin nedensiz. 

Sonra bir de yakamıza yapışır o beklemek. Hesap sorar; bilmem dersin...

Sahi bilir misin? Neden..?
...
Bekliyor muyuz..
Toz olana dek? 

Eyvallah!

4 Ekim 2023 Çarşamba

Arama

 “Aşka, hırsa, topluma sırt çevirenlerden kendinizi sakınınız. Vazgeçmiş olmanın intikamını alacaklardır.”

Emil Michel Cioran


Vazgeçiyoruz. 

Mütemadiyen vazgeçiyoruz. 

Hayatı ıskaladığımızı düşündüren onca şey varken bile vazgeçerek "yaşıyoruz".

"Yaşamdan vazgeçmek" istesek dahi, "varoluşumuz" dikiliyor karşımıza. 

Vazgeçiyoruz.

"Yaşamın alternatifi ölüm değil, hakikat" demişti Foucault. Bu doğruydu. Artık biliyoruz.

İntikamımızı da "hakikat" ile almak istiyoruz.

Lakin "hakikat" neydi bilmiyoruz. 

Yolladız..

Arıyoruz...


Alexandre Cabanel / Fallen Angel [Düşen Melek]

Alexandre Cabanel Fallen Angel / Düşen Melek   “Alexandre Cabanel’in bizi içimizdeki şeytanla buluşturan, bizlere kalp kırıklıklıklarımızı h...